yok-baskani-prof-dr-cetinsaya-universitemizde-ders-verdi

YÖK Başkanı Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya’nın verdiği tarih dersinde açılış konuşmasını yapan Rektörümüz Prof. Dr. Ali Akmaz, “Bugün Üniversitemiz için mutlu bir gün. Bu şenlik gününde ikinci bir güzellik Üniversitemize geldi. Sayın başkanımız ve üyelerimiz Üniversitemize teşrif ettiler. Ben kendilerine hoş geldiniz diyorum.  Dün arkadaşlarla şöyle söylemiştik, Sayın Başkanım ben 1984’te Selçuk’ta Araştırma görevlisi olarak başladım. 2008 yılında Şırnak Üniversitesi’nde Rektör olarak göreve başladım, kadrom orada şöyle bir hesap ettim hayatım boyunca Selçuk Üniversitesi’nde bir YÖK Başkanı görmüşüm. Tabi Şırnak Üniversitesi’nin 5. Yılında fiili olarak 4. Yılında şükürler olsun 2. YÖK Başkanımız teşrif ettiler. Bundan dolayı sonsuz mutluyuz ve bu ayrıcalıktan dolayı hem şehrim adına hem Üniversitem adına tekrar hoş geldiniz diyorum ve müsaadenizle kürsüyü size bırakıyorum sayın başkanım” şeklinde konuştu.  Ardından kürsüye gelen YÖK Başkanı Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya, bölge üniversitelerine gerçekleştirdikleri ziyaretin amacını kısaca belirttikten sonra derse geçti.YÖK Başkanı Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya, derste şunlara değindi;“Ben buraya gelmişken biraz da kendi adıma nostalji yaşamak istedim. Çünkü ben Türk Siyasi Hayatı dersinin hocasıyım. Bizler genelde öğrencilerimize son iki yüz yılı anlatırız. 19.  yüzyıl başından başlarız. 28 Haftada iki dönem halinde, sizlere şimdi yaklaşık 45 dakikada iki yüzyıllık Türkiye tarihini özetlemeye çalışacağım. Ama son iki yüzyıllık tarihimizi Türkiye’nin şu anki konumu 21. yüzyıl konumunu anlatabilmek için size belki bir dünya tarihi perspektifi çizmem gerekir. Zira gözümüze hangi gözlükleri takarsak dünyayı öyle algılıyoruz. Dünyanın Türkiye’nin şu anki konumuna son 5 yüzyıl tarihi ile bakarsak batı hakimiyeti, batı hegemonyası olarak bakarsak farklı bir Türkiye algısı oluşur,  5 bin yıllık medeniyetler tarihi açısından bakarsak kadim medeniyetler açısından şu anki Türkiye çok farklı görünür. 5 bin yıllık medeniyetler tarihi bütün o savaşlar ve barışlara rağmen eşyalara fikirlerin serbestçe hareket ettiği birbiriyle etkileştiği sentezler ürettiği bir dönemdi. Son 5 yüzyıl dünya tarihi bir yönüyle Amerikan keşfi, bir yönüyle dünya ticaret yollarının bulunmasıyla sömürgeciliğin ilerlediği, batı ve ötekiler olarak ikiye ayrıldığı ve bütün dünyada en ücra köşelere kadar batı kodlarının hakimiyetinin arttığı, perçinleştiği bir dönem oldu. Tabi ki dediğim gibi burada ben size 5 bin yıllık dünya tarihini de beş yüz yıllık Türkiye tarihini de anlatamam ama belki sizler dersler yanında farklı kitaplar okuyarak anlayabilirsiniz. Ben o bakımdan sadece son 2 yüzyıla ait bir şeyler anlatmak istiyorum. Son 2 yüzyıl Türkiye ve Dünya tarihi aynı zamanda bugünü de belirleyen bir dünya tarihi. Bugün içinde yaşadığımız kavramlar, süreçler, son iki yüzyıllık tarihin sonuçları, son iki yıllık tarihi şekillendiren iki temel faktör var, biri Fransız devrimi diğeri de din devrimi modern dünyayı oluşturuyorlar. Bizler de modern dünyanın çocuklarıyız. Şu anda gördüğümüz, kullandığımız, çocuklara öğrettiğimiz kavramlar son 2 yüzyılın kavramları.  2 yüzyıl önceki insanlar bizim bildiğimiz, kullandığımız kavramları bilmiyorlardı başka bir paradigma vardı. Bizden sonra 2 yüz yıl sonra gelecekler de bizim kavramlarımızı kullanmayacaklar, başka bir aşamaya geçecekler. O yüzden bu sistemler, bu kavramlar ekonomik süreçler dünyamızı şekillendirdi. Batı dünyası tüm dünyayı sömürgeleştirirken 19.y.yılda bir yandan farklı unsurlar kendi milletlerini devletlerini kurmaya çalıştılar. Ve birinci dünya savaşı sonrası bu süreç hızlandı ikinci dünya savaşı sonrası ikili bir aşamaya geçtik bir yönüyle bu sömürgeler devletlerini kurmaya çalışırken bir yanda da soğuk savaş dönemi başladı. Soğuk savaş tabi ki sizlerin hatırlamadığınız bir süreç, sanırım seksen ve doksanlı yıllarda doğdunuz. Soğuk savaş ikinci dünya savaşıyla başladı 1989’da bitti. İkinci dünya savaşı Sovyetler Birliğinin yıkılmasıyla bitti. Uydu devletlerinin ve ABD’nin dünya ülkelerinin stratejik güç savaşıydı. Uğruna aynı birinci ve ikinci dünya savaşındaki gibi milyonlarca insan öldü heba oldu. Ve tabi ki Türkiye de bundan etkilendi şimdi küreselleşme ve yeni dünya düzeni dediğimiz bir düzen var bizler de tarihin normalleşmesini yaşıyoruz şunu görüyoruz 20. yy’a kadar beş altı ülke dünyaya hakim olmuş Fransa, İngiltere gibi tarihçiler buna Osmanlıyı da eklerler şuan Japonya da bu ülkeler arasında sayılmaktadır. Bu ülkeler dünya tarihini şekillendirmiştir. Hollanda gibi ülkeler vardır 17. yy’da tüm dünyaya hakimlerdi. Zaman ilerledikçe bu ülkelere güçlerini başka ülkelere devir etmiştir. 20.y.y. iki süper güç dünyanın kaderini şekillendirdi ABD, Sovyetler Birliği. Onlardan biri çöktü, insanlar sormaya başladılar bundan sonra tek kutuplu bir dünya mı olacak diye hatta bazı tarihçiler dediler ki Roma İmparatorluğu’ndan beri dünyada ilk kez, tek kutup, süper bir güç kalmıştır bu güç de ABD'dir ancak 21. yy’da  görüyoruz ki artık dünyanın farklı yerlerinde farklı güçler çıktı ve devletler kurarak  güçlenmeye çalışmaktadırlar. Değerli arkadaşlar bütün bunlardan yani savaşlardan barışlardan yapılanmalar, devrimler tabii ki Türkiye de etkilendi. İster Osmanlı İmparatorluğu olsun ister Türkiye Cumhuriyeti dönemi olsun etkilendi. Bizim çok klasik bir tartışmamız vardır tarih süreklilik midir yoksa kopuş mudur diye. Daha doğrusu 1920’li yıllar kopuş mudur süreklilik midir diye daha doğrusu cumhuriyet bir kopuş mudur süreklilik midir? Burada herkes kendi baktığı gözlükten cevap verir ama bütün o ideolojik bakış açılarından kurtulup tarihe sosyolojinin bakışıyla bakarsak tarihin süreklilik olduğunu görürüz. Osmanlı İmparatorluğu’nu, 1920’li yılları,  cumhuriyet tarihini, Anadolu tarihini bir bütün olarak anlarsak ancak iyi yorumlayabiliriz tarihi. Ben de son 2 yüzyılı bir bütün olarak anlatamaya çalışacağım. Bana sorarsanız en büyük üç meselemiz nedir diye, Fransız ve Endüstri devriminden sonra Rusya’nın stratejik tehdidi, sosyal barış ve mali sorunlar derim. Hiç abartmadan söylüyorum Önce Rusya İmparatorluğu daha sonra da Sovyetler Birliği’nin stratejik ve askeri yönden bizler üzerinde kurduğu baskıdır. Sizler yaşlarınız itibariyle yaşamadınız ama ön koltukta oturan hocalarımız ve ben bu süreçlerden geldik.19 y.y ve 20. y.y Kafkaslardan, Balkanlardan, Rusların zulmünden geçen insanların hikayelerini dinledik. Bu apayrı bir dünyaydı son 2 y.y. Avrasya'nın kaderinde yaşandı. Rusya muazzam bir güç olarak çıktı. Bir anda bir milyon asker çıkartabiliyor, tabi ki sadece bizim sorunumuz değildi bu. Balkan, Afganistan, İran ve tüm dünya coğrafyasında bu korku yaşandı peki Osmanlı, Türkiye Cumhuriyeti ya da büyüklerimiz ne yaptı, ne önlem aldı, bunun iki yolu vardı ya meydanlara çıkıp denk bir orduyu çıkartacaksanız ya da ittifaklar oluşturacaksınız başka devletlerle askeri ittifaklar yapacaksınız. Nitekim bizim öyle bir gücümüz olmadığı için güçlü bir ordu çıkartıp karşılarına dikilmek için yöneticilerimiz batı güvenlik hattını aramışlardır. Rusya karşıtı batı ülkeleriyle askeri ittifak yapmışlardır. Tanzimat döneminde İngiltere, Fransa, ile Rusya’ya karşı savaşmışızdır. Kırım harbidir bu, bunun hikayesi de vardır, Kırım harbinin toplumumuzda yarattığı etkilerle ilgili. I. Dünya savaşında aynı nedenle Almanya ile ittifak kuruyoruz. İkinci dünya savaşında da bitmek üzereyken Türk büyükelçisini çağırıyorlar Moskova’da diyorlar ki kardeşim yeni bir dünya düzeni kuruluyor yeni şeyler istiyoruz boğazları askeri güç olarak vereceksin, Kars, Ardahan’ı da geri vereceksin bize. Berlin Anlaşmasında olduğu gibi bizim de soğuk Savaşımız başlıyor, dünyanın da soğuk savaşı diyorlar aynı anda Yunanistan’ da ve İran'da askeri operasyonlar başlıyor. Türkiye bu dönemi çok travmatik bir şekilde atlatmıştır taki NATO'ya girene kadar güven ve korku sorunu yaşamıştır. Bir üçüncü dünya savaşı çıkacak ve Sovyetler Birliği bizi mahvedecekti o kadar tramvatik yaşandı ki bu süreç düşünün ki 1945’te salataların adı da değişti. Bir gecede Rus salatası Amerikan salatasına döndü, iç düzenimiz mahvoldu travmalar yaşadık, artık siz salatalıktan değer biçin ki psikolojimiz ne şekilde, bütün dış politikamız bununla alakalıdır. İngiltere, Fransa, Amerika ittifaka hep bunların ceremesi, bunun iç politikamızda da etkileri vardır. Siz ABD’ye gidip beni Ruslardan kurtarın dediğinizde onlarda size madem bizim gruba üye oldunuz o halde listemizdeki şartları yerine getirin demişlerdir. Bu Tanzimat döneminde böyleydi, Cumhuriyet döneminde de. Batılılaşma maceramız uyulması gereken kurallarla alakalıdır. Serbest ticaret Antlaşmaları, İktisadi nizamı geliştirmeye kadar etkileri vardır. Çünkü 1945’te çok partili sisteme geçişin nedeni batılıların temel şartı demokrasiye geçişle ilgilidir. İsmet İnönü çok partili hayata geçişi de bununla ilgilidir. Peki 1945 sonrasında dediğim gibi bu süreç çok yoğunlaştı Türkiye NATO'nun üyesi oldu. Biz Kıbrıs’ta inat ettikçe ABD bize silah ambargosu oluşturdu ta ki İran İslam devrimine kadar, ABD’nin en büyük müttefiki düşman olunca Türkiye ABD’nin müttefiki oldu yine tabi Türkiye destabilize bir ülkeydi soğuk savaş nedeniyle sürekli ölümlerin, tutuklanmaların olduğu bir ülke ve sürekli süper güçlerin kendi çıkarlarına göre dıştan etki ettikleri bir yerdi. 1980 darbesi de bu gözle incelenmelidir. Diğer bir mesele mali dışa bağlılık meselesidir son iki yüzyılda tarihe bakın 1850 li yılarda Balta Limanı Antlaşması vs. batı endeksli dış borçlanma böyledir. Diğer İslam ülkeleri de öyledir örneğin Tunus gibi 1855 yılında ilk kez Osmanlı dış borca girmiştir ve bundan kolay kolay da kurtulamamıştır. 2. Abdülhamit döneminde de Cumhuriyet döneminde de böyle olmuştur IMF denilince Türkiye’de çok şey ifade edilir, dün itibariyle IMF’ye tek bir borcumuz kalmamıştır.19.y.y.da milliyetçilik, ulus devletler çağı başlamış ve Osmanlı yavaş yavaş çökmeye başlamıştır. Sadece koloni imparatorluğu Rusya gibi yani sömürge imparatorluğuna bir şey olmuyor. Afrika’nın sadece %10 ‘u sömürgeleştirilmişti. 1900’lü yılların başında ise %90 olmuştur. Osmanlının en büyük sorunu %40 olan gayri Müslümanların topluma entegre etmek olmuştur ve 19. yy hep bu şekilde ilerlemiştir.  Osmanlı entegre için bir çok proje geliştirmiştir bunlardan biri de Osmanlıcılıktır. , Osmancılık yani bir üst kimlik oluşturuyorsun ve alt kimlikler bunun altında oluyor ve onlara özgürlüklerini sunuyorsun. Bunun üç safhası var. Tanzimat döneminde temel hal ve hürriyetler veriliyor, hukuk devleti görünümü veriliyor, ikinci aşama Islahat fermanı 1856 ‘da bir aşama ötesine geçiliyor insanların sadece temel haklarını vermiyorsunuz onları aynı tebaada eşitliyorsunuz sosyal ve iktisadi haklar veriyorsunuz. Diğeri Meşrutiyettir ve siyasi haklar veriliyor ve kendilerini temsil etme hakkı veriliyor. Bununla birlikte tartışmalar çıkmaya başlıyor böylesi heterojen bir toplumda bu kadar yetki genişliği doğru mu halk kendini yönetmeye ehil mi değil midir diye anayasa olur mu gibi 1870'lerde 1990’lara kadar bu tartışmalar devam eder. Askeri ve sivil bürokratların rejim üzerindeki baskıları buradan gelmektedir. Halkın iradesi ile şekillenen yönetime mi tabii olacağız yoksa askeri ve sivil elitlerin hâkimiyetinde olan yönetimle mi yaşayacağız. Bu tartışma son 150 yıllık siyasi tarihimizin temel tartışma konusudur. 1960 yılında Ankara Siyasal Fakültesinde bir anket yapıyorlar malum hepsi o günün kaymakamları, valilileri ve anket sonucunda üniversite öğrencilerinin iki oyu olmalı sonucu çıkıyor. Üniversite mezunu olmayanların bir oyu olmalı çünkü herkesin bir oyu olursa Türkiye batı medeniyetine yakışan o elit ülke olamaz anlayışı hakimdir. 2. Adülhamit dönemi tarihte en çok tartışılan dönemdir, ben size bu dönemin sosyal entegrasyonla olan ilişkisini anlatacağım. Osmancılık siyaseti iflas etmiştir, bunun üzerine yeni bir şey yapmak gerekmektedir. %40 olan gayri Müslim sayısı %20’lere inmiştir bunun nedeni bizden kopan vilayetlerin artmasıdır. Ayrıca Müslümanlık oranı da artmıştır bunun nedeni de Rusların askeri işgalinden kaçan Müslüman göçmenlerdir ya Kafkaslardan ya da Balkanlardan gelmişlerdir.5 milyon insan Anadolu’ya yerleşmiştir. İkinci Abdülhamit yeni bir siyaset anlayışı güder, adına İttihad-i İslam derler, Müslümanların birliği olmalı tüm dünyadaki Müslümanların birliğini sağlamalıyız der. Endonezya’daki Müslüman’dan, Fas’taki Müslümanlara kadar herkesin yardım isteyeceği tek bir İmparatorluk vardır o da Osmanlıdır anlayışındadırlar. Müslüman bir millet yaratmak isterler ortak bir idea altında birleştirmek Hicaz, Bağdat, Adana Ovası, Konya Ovası, her vilayette okul açarak bir kimlik kazandırılmaya çalışılır. İttihatçılarla birlikte tekrar Osmanlıcılık başlar. İmparatorluk, Osmanlıcılıkla sürer ve bu çaba 5 yıl sürer. Sırp, Balkan milliyetçiliğine bir çare bulamazlar Edirne’de Meriç Nehir'i sınırı çizilmiştir artık Anadolu, ve Arap bölgesi vardır ve tekrar ittihadı İslamcılığa dönerler. Mondros Antlaşması’na kadar  artık İttihad-i İslamcılık da iflas etmiştir ve elde sadece Anadolu kalmıştır. 1913 sonrası yine  Abdülhamit’in Müslüman kelimesinin üstüne bir çizik atılır ve yerine Türk Milleti yazılır. Artık Türk Milleti’nin birlik ve beraberliği için çalışılacaktır. Tabii bu anlayış tüm dünya için geçerlidir bir yandan bir devlet bir yandan bir millet yaratma sürecinin olması bizde travmalara neden oldu. Eski bildiklerinizi unutacaksınız, hafızanızı sınırlayacaksınız tıpkı Tarık Bin Ziyad’ın Endülüs’e geçtikten sonra gemilerini yakması gibi, istenilen insan tipini oluşturmak için tarih ve geleneğe yer yoktu tek tip insan isteniyordu, milliyetçilik başladı kültürel milliyetçilik bazen de etnik milliyetçilik hakim oldu. Son dönemlere kadar bu tartışmalar ülkemizde devam etti. Ne mutlu ki bizlere soğuk savaş dönemi sona erdi yeni bir dünya var artık küreselleşme diyoruz, peki ne değişti de ben sizlere başka bir hikayeden söz edeceğim? İlki bu yeni dünya ile birlikte iki yüzyıllık yükler kalktı üzerimizden katlı askeri vasiyet dönemi bitti,  Rahmetli Turgut Özal’ın tabiriyle hacet kapıları açıldı,  Türkiye’nin stratejik derinliği ortaya çıktı. 1985’in ve 1995’in haritası bize çok farklı şeyler söyler, 85’teki harita komşularımızın hepsi Yunanistan dışında Sovyet Birliği’nin baskısı altında, 95 yılında ise Türkiye artık merkezi bir ülke konumunda, stratejik derinliği fazla olan bir yapıdadır. İktisadi olarak da, kültürel olarak da, stratejik güç olarak da başattır. Bölgesel bir güç halindedir. İki yüz yıl ya da 150 yıl öncesinden getirdiğimiz zihni yapılar kırıldı 20. Yüzyılla beraber tek tip insan anlayışı hakim olmaya başladı, tek tip elbise tek tip kravat takacaktık ama küresel devinim 21. y.y. beraber gelen değişim buna izin vermedi, farklılıklar zenginlik olarak sayılmaya başlandı, eskiden bir tek modernleşme teorisi vardı. Batının geçirdiği aşamanın diğer bütün üçüncü dünya ülkelerinin de geçirmesi gerekiyordu artık modernleşmeler de farklılaştı Çin'in farklı olur bizim farklı olur. Tek bir kimliğe sahip olabilirdiniz bugün artık bütün alt kimliklerimizi özgüce yaşayabiliriz. Fransız ihtilalı sonrası dönem anormal bir dönemdi, ondan önce imparatorluklar savaşsa bile eşyalar, fikirler değişiyordu ama son iki yüzyıl duvarlar ördük Fransa'nın sömürgesiysek ona göre davranıyorduk ya da Sovyetlerin uydusundaysak ona göre yaşıyorduk. Herkes kendini yüceltmeye diğerini ötekileştirerek ezmeye çalıştı. Fikirler bilgisayar teknolojilerinin yardımıyla yayılıyor binlerce km uzaklıktaki birileriyle etnik ya da dinsel anlamda sizden farklı olan birileriyle çalışabiliyorsunuz ortak bir payda da işler yürütebiliyorsunuz. Değerli arkadaşlarım bütün bunların ardından dünyanın geçirdiği evrelerden beri Türkiye bütün yüklerinden kurtulmalı, askeri baskı aşıldı, IMF'ye borcumuz yok, toplumsal barışımızı da çözebilirsek geçmiş ezberlerimizi bozarsak zihnimizin bize kurduğu tuzaklardan kurtulabilirsek ortak ideallerimizin peşinden inşallah daha güzel bir Türkiye’yi çocuklarımıza bırakacağız.”

20.05.2013 |  Şırnak Üniversitesi